Özbekistan Buhara’da 7 pir ziyareti diye bir alışkanlık var. Gelenler bir taksi tutarak tüm gün boyunda bu 7 piri, evliyanın kabrini ziyaret ediyor. Bu yedi mübarek aslında Nakşi silsilesindeki yedi mutasavvıf. Altın silsile. Her birinin kabri ayrı güzel ve harika. Ziyaretlerde sanki bu dünya’dan kopuyorsunuz…
7 Pir aşağıdakiler
- ABDÜLHALİK GUCDÜVANİ
- ARİF-İ RİVGERİ (KS),
- MAHMUD İNCİR-İ FAĞNEVİ (KS), –
- ALİ RAMİTENİ (KS),
- MUHAMMED BABA SEMMASİ
- HZ. EMİR KÜLAL (KS),
- HZ. ŞAH-I NAKŞIBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN (KS) VE VALİDELERİ’NİN TÜRBE VE KÜLLİYELERİ’NİN ZİYARETLERİ.
ABDÜLHALİK GUCDÜVANİ (1103-1179)
Altın silsilenin 10. Halkası olan Abdülhâlık Gücdüvani, hicri 495 yılında Buhara yakınlarındaki Gücdüvan köyünde doğdu. Büyük İslam âlimi İmam-ı Mâlik’in neslinden olan Gücdüvani’nin babası Büyük Selçuklular döneminde Malatya’dan göçüp bu köye yerleşmiştir.

Hızır, genç Abdulhâlık’ı manevi evlatlığa kabul eder ve ona şeytanın dahi hissedemeyeceği gizli zikri, vukuf-i adedî ile birlikte öğretir.
Hızır Aleyhisselâm, Abdulhâlık Gücdüvaniye Yusuf Hemedâni ile tanışmasını ve ona intisap etmesini emreder. Genç Abdulhâlık 22 yaşını henüz sürdüğü günlerde Buhara’ya gider ve Yusuf Hemedâni Hazretlerini bulur.
Şeyhi Hemedâni ile birlikte Buhara’da yıllarca kalan Abdulhâlık Gücdüvani, Onun hizmetleri kendisine bırakıp Buhara’dan ayrılmasıyla birlikte yeni bir döneme adım atar.
Abdulhâlık Gücdüvani, üveysi mürşidi olduğundan, Nakşibendilikte çok önemli bir yeri vardır.
Bazı prensipleri aşağıdadır.
• Her an ve her hâlin muhasebesini yapmak anlamına gelen Vukuf-u zamâni,
• Zikir sırasında sayıya riayet etmek anlamına gelen Vukuf-u adedi,
• Kalpte Allah’dan başka hiçbir şey bulundurmama anlamına gelen Vukuf-u Kalbi
• Alınan hiçbir nefeste Allah’tan gafil olmamak anlamına gelen Hûş der-dem,
• Yürürken sağa sola bakmayıp ayak ucuna bakmak anlamına gelen Nazar ber kadem,
• Halktan Hakk’a sefer anlamına gelen Sefer der Vatan,
• Kalabalık içinde yalnız kalp Hak ile birlikte olmak anlamına gelen Halvet der encümen,
• Dilin kalple birlikte zikretmesi anlamına gelen Yâd-kerd,
• Zikir esnasında hatıra gelen iyi ve kötü şeylerden kurtulmak anlamına gelen Baz-ı geşt,
• Kalbe uygunsuz hatıraların girmesini önlemek anlamına gelen Nigah-dâşt,
• Zikirde huzur haline ererek şühüd makamına ermek anlamına gelen Yâd- daşt,
Hecegan yolunun öncüsü Abdülhâlık Gücdüvâni, yaklaşık 80 yaşında, doğduğu yer olan Gücdüvanda vefat eder.
Sözlerinden Bazıları
Herhangi bir makama sakın göz dikme! Padişah ve devlet adamlarıyla düşüp kalkma. Az ye, az konuş, az uyu ve kalabalıktan aslandan kaçar gibi kaç. Helal lokmayı mutlaka ara ve bul.
Herkese şefkat nazarıyla bak. Çok gülme, hele kahkaha ile gülmekten sakın, yoksa gönlünü öldürürsün. Halkla çekişme, dışını içini süsleme, hiç kimseden bir şey isteme.
Dünyaya ve dünyacılara meyletme! Daima elbisen sade, yoldaşın derviş, mayan ilim, evin mescid, dostun Allah Teâlâ Hazretleri olsun.
ARİF-İ RİVGERİ (KS)

Altın silsilenin 11. Halkası olan Ârif Rivegeri, hicri 560 yılında Buhara yakınlarındaki Riveger isimli köyde doğdu. Abdülhâlık Gücdüvani Hazretlerinin dört halifesinden biri olup çok uzun yıllar boyunca hizmet etmiş onun ilim ve zikir meclislerinde bulunmuştur.
Arif Rivegeri Hazretleri, orta boylu, ay yüzlü, iri gözlüydü. Vücudunun hoş ve latif bir kokusu vardı. İlim, hilim, takvâ ve riyazat sahibiydi. Hecegân yolunda zikir, onun tarafından yeniden cehri hâle getirildi, otuz beş yaşlarındayken yerine postnişin oldu.
Gücdüvâni’nin yaktığı meşaleyi Türkistan diyarının her bölgesine ulaştırmaya gayret gösteren Rivegeri ‘’Türk şeyhlerinin en muttakîlerinden’’ sayılır.
Yüzyıl kadar ömür sürmesine, Hacegân silsilesinde kolbaşı olmasına rağmen hayatı hakkındaki bilgiler yok denecek kadar azdır.
Ömrünün son yıllarında halifesi Mahmud Fağnevi’ye cehr-i zikri öğreterek halkı, gaflet ve kasvetten kurtarıp zikrin haşyetiyle uyarmak istemiştir. Kendisine silsilede, ‘Pişuvâyı ârifan’ denilmesi de bundandır.
Mezarına kubbe yapılsın istememiş. Nakşi türbelerin genel hali bu şekildedir.
MAHMUD İNCİR-İ FAĞNEVİ (KS)

Altın silsilenin 12. Halkası olan Mahmûd Fağnevi Buhara yakınlarındaki Fağne köyünde doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Fağnevi inşaat işleriyle uğraşır, inşaat ustası dülgerlik yapardı.
Ârif Rivegeri’nin en büyük halifesi olan Fağnevi, uzun yıllar boyunca yine Buhara yakınlarındaki Vâbeki Caminde irşad hizmetiyle meşgul olmuştu.
Mahmud Fağnevi tarikat usulünde uzun zamandır devam eden gizli zikri terkederek, yerine açık zikri tekrar canlandırır. Kendi döneminde başlattığı bu usul birçok kişi tarafından yadırganır.
Fağnevi hz.leri “Dili gıybetten uzak, boğazı haramdan uzak, kalbi masivadan uzak kişilere ses zikir caizdir” diyor.
Kendisinden sonra üç halife bırakan büyük mürşid Mahmud Fağnevi, hicri 685 yılında Buhara yakınlardaki İncirbağ denilen yerde vefat etmiştir.
ALİ RAMİTENİ (KS)

Altın silsilenin 13. Halkası. Hâce Ali Râmitenî (ks) 1190’lı yıllarda, velîler toprağı Buhara’ya 14 km mesafedeki eski bir yerleşim yeri olan Ramiten’de dünyaya gelmiştir. Manevî arayışı sonucunda Hz. Hızır (as) ile görüştüğü rivayet edilmektedir. O da zanaatkârdır, dokumacılık (nessac) yapmaktadır.
Sözlerini Azizan lakabıyla aktarırdı.
“Hâcegân yolu hizmet yoludur, hizmet edilmek değil” buyurmuşlardır.
“Hizmeti himmet bil, minneti hizmet bilme!”
“Bizim yolumuzda hırka değil hırfa (meslek / ürettiklerimiz) önemlidir”
“Bizim yolumuzda hanka (dergah, tekke) değil suz (yanmak) ve ah önemlidir”
Yesevî soyundan Seyyid Atâ ile tanışan Hâce Ali Râmitenî’nin, Hz. Mevlânâ ile de görüşerek kendisine, Şâh-ı Nakşibendî’ye ulaşması için “ism-i âzam”ı telkin ettiği bildirilmiştir.
Gittiği her yere İslam’ın değerlerini, Kur’ân ve hadise bağlılığı da götürmüş, halkı dönemin şartları gereği ortaya çıkmış olan bâtıl inançlardan korumaya gayret etmiştir
Yüz otuz yıl ömür sürdüğü rivayet edilir.
Nihayet Buhara’ya takribî 350 km mesafedeki Harizm’e kadar gitmiştir. Müridleri ile birlikte şehrin kapılarına geldiğinde yerleşmek üzere izin istemek maksadıyla iki müridini Şah’a göndermiş;
“Varın gidin Şah’a. Kapınıza fakir bir dokumacı geldi, şehrinizde ikamet etmek üzere sizden izin istiyor. İzin verirseniz şehre girecek, vermezseniz geri dönecek. Şayet izin verirseniz, buna dair bir fer- man veya vesika talep ediyor.” diyerek izin belgesi istemiştir.
Gelenlerin sözlerini dinleyen Şah, yüzlerce insanın izinsiz girip çıktığı şehre girmek için müsaade isteyen dokumacıya, mührünü taşıyan izin belgesini göndermiş, Şah’ın beratını alan Râmitenî Hazretleri de şehre girip tenha bir mahallede yerleşmeyi tercih etmiştir. İrşad için, o güne kadar görülmedik bir yolla halk tabakası ile iletişime geçtiği nakledilmektedir. Her sabah erken saatlerde kalkar, ırgat pazarına giderek yük taşımak için sağda solda bekleşen ha- malların avucuna günlük ücretlerini tutuşturarak evine getirir, sonra da onlara, “Sizin işiniz hemen abdest alıp ikindi vaktine kadar burada bizim sohbetimizde bulunmak” dermiş. Bu şekilde, ayakla- rına irşadı götürerek davet ettiği ırgatlar, memnuniyetle teker teker üstadın dinî ve tasavvufî konulardaki sohbetine katılmıştır. Bu yön- temle kulaklarına hakikat bilgisi giren insanları en düşük seviyeden başlayarak ıslaha gayret eden Hâce-i Azîzân’ın Harezm’in tenha bir köşesindeki evi ziyaretçilerle dolup taşmaya başlamış, Hâce Hazret- lerinin adını, feyzini, sohbetini ve ihsanlarını Harezm’de duymayan kalmamıştı. Harezm’e gelmeden önce Baverd’e gitmiş olması sebe- biyle Buharalılar ona Ali Râmitenî derken Harizm’de Ali Bâverdi olarak ünlenmiştir.
Kısa sürede halk arasında sevilmesinden ve sayılmasından endişe edenler, “Böyle giderse bu şeyh başımıza şah olacak. Bütün şehir onun arkasında ve izinde. Halka ihsanı bir yana, sevgisiyle girmediği hane kalmadı. Bu gidişle saltanatınız bir dokumacı tarafından yerle bir edi- lecek.” diyerek hükümdara şikâyet etmişler, Hükümdar da fitnecilerin dileklerine uyup, “Söyleyin ona derhal şehri terk etsin.” emri ile askerlerini Ali Râmitenî Hazretlerine göndermişti. Şehre ancak izin belgesi aldıktan sonra giren Râmitenî (ks) Hazretleri fermanı çıkartarak:
“Biz koynumuzda bizzat kendilerinin mührü bulunan ve şehirde ikametimize izin veren bir ferman taşıyoruz. Eğer hükümdar iznini ve mührünü inkâr ediyorsa çıkıp gitmeye razıyız.” demiştir.
Haberciler, şeyhin söylediklerini hükümdara iletince o, kendi ha- tasında şeyhin büyüklüğünü görerek gelmiş ve müntesipleri arasına girmiştir.
Hâce Ali Râmitenî Hazretleri varlıklı bir kimse değildi. Gelirini kendi el emeği ile kazanırdı. Ancak onun halka ihsanlarda bulunma- sı, evini herkese açıp her isteyenin oradan istifade etmesi, tükenmez bir gelire sahip olduğuna dair rivayetlerin yayılmasına yol açmıştır. Nakledildiğine göre, Hz. Hâce-i Azîzân akşam saatlerinde iplikçiler pazarına gider, kimsenin satın almadığı iplikleri, değerinin çok üze- rinde fiyat vererek satın alırdı. İplikleri evine getirdiğinde kendisi bir köşede ibadetle meşgul olur, diğer tarafta iplikler Allah’ın kudret eli değmişçesine kendi kendine dokunur, kumaş haline gelirdi. Ledün ilmine yabancı olan halk bu işe kendi bilgisine göre bir izah getirir, “gayb erenlerinin” marifeti olduğuna inanır, cinler veya meleklerin şeyhe yardım ettiğini düşünürdü. Hz. Ali Râmitenî (ks) ibadeti bi- tince dokunmuş kumaşları alıp pazarda satar, elde ettiği kârı âlimler, fakirler ve ailesi arasında üçe böler, harcardı.
MUHAMMED BABA SEMMASİ

Altın silsilenin 14. Halkası Muhammed Baba, Buhara yakınlarındaki Semmâs köyünde doğdu.
Memleketinde bir süre dini ilimleri tahsil eden Semmâsi, zahiri ilimlerde belirli bir derinlik kazandıktan sonra manevi ilimlere yöneldi. Devrin ünlü şeyhi Ramiteni’ye giderek intisap etti.
Üzüm bağları varmış. Geçimini böyle temin edermiş. Muhammed Baba Semmâsi, kendisine has bir uslup olarak halkın arasında dolaşır ve müridlerini kendisi seçerdi. Halkın arasında müridliğe ve dervişliğe kabiliyetli insanları bulur onları hemen yanına cezbederdi.
Nitekim daha sonra kendi yerine halife olacak Emir Külal’i ve hatta ondan sonraki Bahaeddin Nakşibendi hep o bulup keşfetmişti. Emir Külâl’i er meydanında güreşirken buldu. Onu gönül sultanları makamına erdirdi. Ve ‘’Bu er, zahirin değil, bâtının pehlivanıdır. Nice insan onun elinden kemâle erecektir’’ dedi.
Muhammed Semmasi cezbe ehli bir zâttı. Semmas köyünde kendisine ait küçük bağı zaman zaman budar fakat bu budamalar sırasında her dalın zikrine vakıf olduğundan düşüp bayıldığı olurdu.
Muhammed Baba Semmasi, hicrî 755 yılında irşad ve tebliğ vazifesini Seyyid Emir Külal’e bırakarak Semmas köyünde vefat eder. Başta Emir Külal olmak üzere geriye dört halife bırakır.
HZ. EMİR KÜLAL (KS)

Altın silsilesinin 15. Halkası olan Emir Kulâl Buhara yakınlarındaki Suhar köyünde doğdu. Doğduğu tarih kesin olarak bilinemeyen Emir Kulâl, neseben seyyiddi.
Kendisi ve ailesi çömlekçilikle meşgul oldukları için ‘Kulâl’ adı ile tanınan Emir, Yıldırım Beyazıt’ın damadı olan Emir Sultan ile de akrabaydı.
Emir Kulâl, şeyhi Muhammed Sammasi’yi tanımadan önce boş zamanlarının çoğunu güreş meydanlarında geçirmekte, kendisi de bizzat güreş tutmaktadır.
Hatta bir gün bu halinden dolayı bir kişi tarafından kınanır. O zât Emir Kulâl için ‘’Bir seyyid’in buralarda ne işi var? diye iç geçirmektedir.
Emir Kulâl, şeyhi Semmasi ile işte bu er meydanlarında tanışır. Emir Kulâl’ın kabiliyetini farkeden Semmasi, onu cezbeder. Şeyhinin dergâhında seyri sülûkuna başlayan Emir Kul’al, yirmi yıl süreyle Ona hizmet eder. Haftada iki gün, iki şehir arasında şeyhinden istifade etmek üzere gider, gelir.
Şeyhinden aldığı emri öğrencisi Bahâeddine uygulayan Emir Külal, bir gün Şah-ı Nakşibend Hazretlerine ‘’Oğlum Bahaeddin, göğsümde hangi bilgi varsa sana aktardım. İstidadın yüksektir. Var ulu kişi ara! Tavsiyesinde bulundu.
Emir Timur talebesi olmuştur. Külal Hz.leri, talebelerin eğitimi için; Bazı biz çömlekçiyiz. Toprağı şekillendirir çanak çömlek yaparız, fırına atarız. Bazıları çanak çömlek çatlar. Biz tekrar çıkartır düzeltir tekrar fırına koyarız, ümidimizi yitirmeyiz. bunu düzelene kadar tekrarlarız.
Kendi oğlunu da Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin terbiyesini veren Emir Külâl, hicri 772 yılında vefat eder. Allah şefaatlerine nail eylesin.
HZ. ŞAH-I NAKŞIBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN (KS)

Altın silsilenin 16. halkası olan Şâh-ı Nakşibend, hicri 718, (Miladi:1318) yılının Muharrem ayında Buhara yakınlarındaki Kasr-ı Arifan isimli köyde doğdu. Soyu Hazreti Ali’ye kadar dayanan Şah-ı Nakşibend, henüz doğmadan önce Baba Semmasi Hazretleri tarafından müjdelenmiş, Emir Külal Hazretleri tarafından da uzun yıllar eğitime tabi tutulmuştur. Nakışçı, dokumacı mesleğini icra etmiştir.
Nisbesi El Buhâri olan Şah-ı Nakşibend hazretleri kendisine kadar ‘Hacegan’ yolu olarak anılan tarikatı kendisinden sonra ‘’Nakşibendi’’ yapan bir kolbaşı oldu.
7 yıl Halil Atanın öğrencisi olup, Yesevilik şeyhine talebe oluyor. Musiki’ye çok itibar etmezmiş.
Uzunca boylu, buğday tenli, gökçek yüzlüdür. Sakalı büyükçe, boyu uzuncaydı. Boynu nur gibi parlardı. Tatlı dilli ve güzel sözlüydü. Kendisi hafi zikir ve rabıtayı esas aldığından ‘’nakışçı’ anlamına gelen ‘Nakşbend’ lakabıyla meşhur olmuştur.
Abdülhalık Gücdüvani’nin zamanında gizli zikre önem veren Hacegân yolunda Mahmud Fağnevi ile açık zikre geçilmişti. Şah-ı Nakşibend Hazretleri de gizli zikri esas aldığından Emir Külal’in meclisinde açık zikir başladığında O, halkadan ayrılıp dışarı çıkardı.
Aynı günlerde vefat eden şeyhi Seyyid Emir Külâl, vefatı sırasında yaptığı vasiyetle müridlerini Şah-ı Nakşibende bırakır. Böylece Onun hayatında yeni bir dönem başlar. Binlerce kişiyi büyük bir sabırla irşad eder, edep öğretir.
Şah-ı Nakşibend Hazretleri Hacegân yolunun Abdulhâlık Gücdüvani tarafından tesbit edilen on bir esasını ihyâ etti. Nakşibendiyye yolunu henüz sağ iken Buhara, Semerkand ve Maverâünnehir bölgesine yaydı. Güçlü ve tesirli halifeleri sayesinde İslam ülkelerinde büyük bir etki bıraktı.
Nakşibendi hz.leri açlıkla riyazat usulünü benimsememiş.
Yemekten sonra meyve veya tatlı gelmezse “bu yemek kuyruksuz oldu” dermiş.
Hatta bir gün bir öğrencisi açlıkla riyazet yapmak istediğini söylüyor:)
eline bir adres veriyor, git oraya diye. Talebesini yemek yemesini için bir lokantaya göndermiş:)
Benim kabrime gelen önce annemi ziyaret etsin vasiyeti var.
Allah razı olsun.Fotoğrafları eklemişsiniz harika olmuş
Gezip-görüp ,ziyaret etmeyi çok istediğim mübarek belde.Ellerinize sağlık çok güzel olmuş.